1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Suç işleyen kamu görevlilerine cezasızlık mı uygulanıyor?

7 Kasım 2020

Polisin sıktığı gaz fişeğiyle hayatını kaybeden Enes Ata ve Mahsum Mızrak dosyasında sanık polisler hakkında verilen beraat kararı onandı. Hak örgütlerine göre bu cezasızlık ne ilk ne de son.

https://p.dw.com/p/3kxev
Fotoğraf: Getty Images/AFP/I. Akengin

"Umudumuzu kaybettik. Devlet kesinlikle bu kişileri koruyor..." Bu sözler, 2006 yılında Diyarbakır’da çıkan toplumsal olaylarda, polisin sıktığı gaz fişeğinin kafasına isabet etmesi sonucu hayatını kaybeden 17 yaşındaki Mahsum Mızrak’ın babası Hasan Mızrak'a ait.

Hasan Mızrak, adalete inancının kalmadığını söylüyor. Bu düşüncesinin en temel sebebi ise oğlu Mahsum ve sekiz yaşındaki Enes Ata’nın gaz fişeğiyle öldürülmesi davasında yargılanan üç polisin beraat etmesi ve 15 Ekim'de İstinaf Mahkemesi’nin de kararı 'hukuka uygun' bularak, onaması.

İstinaf Mahkemeleri’nden kamu görevlilerinin lehine peş peşe çıkan kararlar, ülkenin doğusunda görev yapan güvenlik görevlilerine 'cezasızlık politikası' uygulandığına dair eleştirileri yeniden gündeme getirdi.

Enes Ata ve Mahsum Mızrak (soldan-sağa)
Enes Ata ve Mahsum Mızrak (soldan-sağa)Fotoğraf: privat

Çünkü benzer bir karar da Mahsum Mızrak davasından önce Eylül ayı ortasında yine Gaziantep İstinaf Mahkemesi’nden çıktı. 2017 yılında Şırnak’ın Silopi ilçesinde panzerle çarptığı evde uyuyan altı yaşındaki Furkan ve yedi yaşındaki Muhammed Yıldırım kardeşlerin ölümüne neden olan polise verilen 19 Bin TL para cezası da aynı gerekçelerle onandı. İstinaf Mahkemesi kararı ‘kesin’ olarak verdiği için davayla ilgili yargı yolu kapanmış oldu.

"Savunmasız çocukları öldürdüler"

Yıllarca adliye koridarlarından hayal kırıklığı ile ayrıldığını anlatan Hasan Mızrak, adalete inancının kalmadığını ifade ediyor. Mızrak, oğlunun davasında haksız ve adil olmayan bir karar verildiğini düşünüyor. Baba Mızrak’a göre, dava sürecince devlet kendi güvenlik elemanlarını korumak için bütün çabayı sarf etti ve göz göre göre dosyadaki deliller karartıldı.

Hasan Mızrak DW Türkçe'ye duygularını "Bir baba olarak hukuk mücadelesinde adil yargılama bekliyorduk, ama göremedik. Umudumuzu tamamen yitirdik. Bu tür olaylarda devlet kesinlikle bu kişileri koruyor. Yıllarca çok acı çektik. Bu adil ve hukuki bir karar değildir. Bundan sonra ne yapabiliriz bilmiyorum. Ama umudumuz yok. Onların o katil zihinlerine söyleyecek laf bulamıyorum. Çünkü onlar savunmasız çocukları öldürdüler. Ben evladını toprağa vermiş bir baba olarak sadece adalet bekliyordum. Ancak aradığımız adaleti bulamadık, bize çok gördüler" sözleriyle anlatıyor.

Deliller kayboldu ve değiştirildi

Mahsum Mızrak ve Enes Ata davasında, yargılama sürecinde de şüpheleri artıran bir dizi gelişmeler oldu. Mızrak ve Ata, 4 PKK’lının 28 Mart 2006’daki cenaze töreni sonrası başlayan olaylarda, kafalarına gaz fişeği isabet etmesi sonucu öldü.

Başlatılan soruşturmada üç polisin ismi tespit edildi, ancak valilik soruşturma izni vermedi. Soruşturma izni, 2009 yılında İdare Mahkemesi’nden alınabildi. Soruşturmanın ardından 2009’da Mahsum Mızrak, 2013’te ise Enes Ata’nın ölümü ile ilgili dava açıldı ve dosyalar birleştirildi.

Yargılama devam ederken Mızrak’ın kafasına saplanan gaz fişeğinin adli emanet deposunda av tüfeği fişeği ile değiştirildiği, Enes Ata’ya isabet eden gaz fişeğinin de kaybolduğu tespit edildi. Ayrıca, Ata’nın kanlı tişörtünün mahkeme kararı olmadan polis tarafından imha edildiği ve olay gününe ait tüm telsiz konuşma kayıtlarının da silindiği belirlendi. Delillerin karartılmasına dair açılan soruşturmada takipsizlik kararı verildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2016 yılında Türkiye’yi "yaşam hakkını ihlal etmek" ve "etkin soruşturma yürütmemek"ten Mızrak ailesine tazminat ödemeye mahkum etti.

12 yıl süren davanın ardından 2018 yılında sanık polisler, delil yetersizliğinden beraat etti. Beraat kararının gerekçesinde gaz fişeklerinin adliyedeki depodan kaybolması nedeniyle atış yapılan silahların tespit edilemediği ve şüphenin sanıklar lehine değerlendirildiği kaydedildi. İstinaf Mahkemesi’ne yapılan başvuru da yerel mahkeme kararında usule veya esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde veya işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu gerekçesiyle reddedildi.

"İstinaf mahkemesi de bu yargı mekanizması içinde yerini aldı"

Diyarbakır Barosu avukatlarından ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır temsilcisi Barış Yavuz, 14 yıldan bu yana Mızrak ve Ata dosyasını takip ediyor. İstinaf Mahkemeleri’nin Türkiye’deki yargı sisteminde yer alan yeni kurumlar olduğunu ifade eden Yavuz, bu mahkemelerin de cezasızlık politikası konusunda konumlarını net bir şekilde belirlediğini düşünüyor.

Onama kararının hiçbir gerekçeye dayanmadığını ifade eden Yavuz, "bunun meselenin üstüne toprak örtmek, tamamen kapatmak istendiği anlamına geldiği" görüşünde.

Bu tutumun cezasızlık politikasının daha da yayılmasının göstergesi olduğuna dikkat çekiyor.  Yavuz, "Asıl amaç kamu görevlilerinin cezasızlık zırhıyla korunması olursa, sonuç böyle olur" diyor ve ekliyor:

"Bu kararlarla Gaziantep Yüksek Mahkemesi'nin kamu görevlilerinin işlediği fiillere dair tavrının ne olduğunu görmüş olduk. Yargıtay’ın tavrını biliyorduk. Yani yüksek yargı aynı tavırla yoluna devam ediyor. Bu da aynı aklın unsuru olduklarının göstergesidir. Kamu görevlilerinin işlediği fiillerde İstinaf ve Yargıtay böyle düşünüyorsa, yerel mahkemeler de davayı açacak olan savcılar da aynı düşünür.  Sokaktaki kamu görevlisi de onu koruyan bu yargı mekanizmasının olduğunu görüp, rahat hareket eder. İşte İstinaf Mahkemesi de bu yargı mekanizmasında yerini almıştır."

Muhammed ve Furkan Yıldırım
Muhammed ve Furkan Yıldırım Fotoğraf: privat

Furkan ve Muhammed'in babası: Bu ülkede kesinlikte adalet yok

Evinin duvarına çarpan panzer nedeniyle iki çocuğunu kaybeden Mesut Yıldırım da artık adalete olan inancını kaybettiğini söylüyor.

Sanık polise verilen para cezasının onanması, hukuk mücadelesi veren Yıldırım ailesini hayal kırıklığına uğratmış. Üç yıldır adalet aradığını söyleyen Yıldırım DW Türkçe'ye "Sadece bu olayı hatırlayanlar, görenler, bilenler, duyanlar artık daha iyi anlıyorlar ki, bu ülkede kesinlikle adalet diye bir şey yoktur. Bunun örneklerini çok gördük ve görmeye devam ediyoruz. Ben Allah'ın gerçek mahkemesinde, savcısından hakimlerine kadar bu işte kimin parmağı varsa, suçluları ve katilleri koruyan kim varsa hepsiyle hesaplaşacağım" diyor.

Zırhlı araçlar 10 yılda 36 kişiyi öldürdü

Bölgede cezasızlık politikası konusunda en çok eleştirilerden konulardan biri de zırhlı araç kazaları. Hak örgütleri, güvenlik görevlilerinin karıştığı zırhlı araç kazalarının da cezasız bırakıldığını savunuyor. İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) hazırladığı rapora göre, Doğu ve Güneydoğu’da 2008-2018 yılları arasında zırhlı araçların karıştığı 63 olayda, 16’sı çocuk ve 6’sı kadın olmak üzere 36 sivil yaşamını yitirirken, 85 kişi de yaralandı. İHD'ye göre, yargı makamlarının kamu görevlilerine karşı cezasızlık politikası uygulaması bu kazaları artırıyor.

Felat Bozarslan/ Diyarbakır

© Deutsche Welle Türkçe