1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Riyad ve Tahran: İstikrar umudunu yeşerten yakınlaşma

Kersten Knipp
16 Mart 2023

Suudi Arabistan ile İran arasındaki yakınlaşma bölgede istikrar umudu doğrudu. Peki, düşmanlığı bir kenara bırakan iki ülke beklentileri karşılayabilecek mi?

https://p.dw.com/p/4OlU2
Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musad bin Muhammed El Aiban ve İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şamkani Çinli üst düzey diplomant Wang Yi'nin arabuluculuğunda bir araya geldi.
Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musad bin Muhammed El Aiban ve İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şamkani Çinli üst düzey diplomant Wang Yi'nin arabuluculuğunda bir araya geldi. Fotoğraf: CHINA DAILY via REUTERS

Yıllar süren düşmanlık ve ihtilafın ardından İran ve Suudi Arabistan'ın büyükelçilikleri karşılıklı olarak açma ve diplomatik ilişkileri yeniden başlatma kararı alması birçok gözlemci için oldukça şaşırtıcı bir gelişmeydi. İki ülkenin yakınlaşmasının bölgesel ve uluslararası açıdan büyük etkileri olması bekleniyor, nitekim birçok konuda dolaylı olarak karşı karşıya gelen bu iki ülke dönem dönem vekalet savaşlarının da tarafı oldu.

Her iki ülke de uzun yıllardır Suriye'de birbirine muhalif grupları destekliyor ve bu tutumlarını Yemen'de de sürdürüyor. Irak, Lübnan ve Bahreyn'deki çatışmalara müdahil oluyor ve İran'ın Şii azınlıklar, Şii örgütleri ve partileri aracılığıyla sahip olmaya çalıştığı nüfuz için mücadele ediyorlar.

Artık bu dönemin sonuna geliniyor. Diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması kararıyla Körfez'in iki zıt kutbunun gergin ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak istedikleri anlaşılıyor. Her iki ülkenin de bunun için yeterli nedeni var. İki rakip güç arasındaki gerginlikler iki tarafa da hem siyasi hem de ekonomik olarak yarardan çok zarar getiriyor; hiçbir taraf temelde diğeri üzerinde üstünlük kuramıyor.

Almanya'nın Bonn kentinde bulunan düşünce kuruluşu Carpo'nun Suudi-Arabistan uzmanı Sebastian Sons, Tahran ve Riyad temsilcilerinin iki yıldır kulisler ardında müzakereler yürüttüğünü belirtiyor. Suudi Arabistan'ın İran'a karşı güvensizliğinin çok güçlü olduğunu belirten Sons, "Tam olarak da bu ülke yönetimini Tahran ile anlaşmaya zorluyor. Uzlaşma, Krallık için de en öncelikli konu" diyor.

Tahran'da da benzer bir yaklaşım söz konusu. Alman Friedrich-Ebert Vakfı'nın Beyrut'taki temsilciliğinin Orta Doğu'da Barış ve Güvenlik konulu bölgesel projesinin başkanı Marcus Schneider'e göre de iki ülke arasındaki anlaşma İran için de büyük bir başarı niteliğinde. Schneider, "Batı ile ilişkilerin bir dip noktadan diğerine sürüklendiği bir dönemde bu yakınlaşma İran için uluslararası izolasyondan çıkış yönünde bir adım anlamına geliyor" değerlendirmesinde bulunuyor.

ABD'nin azalan etkisi

Aynı zamanda görüşmelerin, birçok Batılı ülkenin Çin'le ilişkilerinin casusluk iddiaları, Tayvan'a yönelik tehditler ve Rusya'ya yakınlığı nedeniyle önemli ölçüde yıprandığı bir dönemde Çin'de yapılması da İran rejiminin işine geldi. Uzman Schneider, anlaşma sayesinde Çin'in Orta Doğu'daki arabulucu rolünü sağlamlaştırdığını ifade ediyor. Schneider, "ABD'lilerin bölgeden uzaklaştırılması veya en azından nüfuzlarının azaltılması Tahran'ın menfaatlerine hizmet ediyor" diyor.

İran uzun süredir Çin'le ilişkilerini derinleştiriyor. İki ülke 2021 baharında 372 milyar euro hacminde bir ticaret anlaşması imzaladı. Suudi Arabistan ise uluslararası arenada politikalarına yeni bir yön verme sürecinde. 2019'da Suudi Arabistanlı şirketlere ait petrol tesisleri İran füzelerinin hedefi olduğunda, ABD çekimser bir tutum benimsemişti.

Bunun nedenlerinden biri de Riyad'ın Yemen'deki Arap Koalisyonu'nun başını çeken ülke olması; ülkenin bu tutumu Washington'daki siyasi elitler tarafından hoş karşılanmıyor. ABD'nin çekimserliği ve ABD'de Suudi Arabistan'ın insan hakları ihlallerinin dile getirilmesi Riyad yönetimini bu ülke ilişkilerini gözden geçirmeye zorladı. Bu tutum, Eylül ayında Suudi Arabistan'ın da aralarında bulunduğu OPEC+ ülkelerinin Rusya'nın önerisiyle petrol üretimini düşürme kararı alması örneğinde de görülmüştü.

Tahran'daki Suudi Arabistan Büyükelçi
Tahran'daki Suudi Arabistan BüyükelçiliğiFotoğraf: Fatemeh Bahrami/Anadolu Agency/picture alliance

Suudi Arabistan'ın ABD'ye mesafeli duruşu bir yıldan uzun bir süre önce Ukrayna'yı işgal eden Rusya'yı ise memnun ediyor. Friedrich-Ebert Vakfı'ndan Sebastian Sons, "Ancak bu ABD veya Batı ile köprüleri atma anlamına gelecek tam bir yönelim değişikliğine işaret etmiyor.. Yine de İran ile yakınlaşmanın Suudi Arabistan'ın öncelikleri arasında olduğunu görmek gerek" değerlendirmesi yapıyor.

Bölge için sonuçları

İki hasım ülke arasındaki yakınlaşmanın özellikle bölge için olumlu sonuçlar ortaya koyması öngörülüyor. Uzman Marcus Schneider, İran'ın komşu ülkelerdeki istikrarsızlaştırma girişimlerini bu sayede azaltmasını bekliyor. Uzman, bunun sonuçlarının İran'ın Şii milisler aracılığıyla nüfuz etmeye çalıştığı Irak'ta görülebileceğini söylüyor. Schnieder ayrıca İran'ın Lübnan'da da müttefiki Hizbullah'ın işbirliğine daha açık bir tavır içine girebileceği tahmininde bulunuyor.

Ancak sürekli olarak Tahran'ın "yok etme" tehditleri ile karşı karşıya olan İsrail için durum daha farklı. İsrail 2020'de İran'ın nüfuzunu bölgede tehdit olarak gören iki Körfez ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'le "İbrahim Anlaşması" adı verilen ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik anlaşmalar imzalamıştı. Suudi Arabistan ise böyle bir anlaşma imzalamamakla birlikte, uzun yıllardır İsrail'e karşı sessiz bir yumuşama politikası izliyor.

Gözlemciler, Riyad'ın Tahran'la yakınlaşmasının bu politikaya yeni bir boyut kazandırdığını söylüyor. Al Arabi El Cedid gazetesinde, İran'ın nükleer programı nedeniyle İran ile ABD arasında silahlı bir çatışma meydana gelmesi durumunda Suudi Arabistan'ın ateş hattının dışında kalmaya çalışacağı yönünde bir yorum yer aldı.

Suudi Arabistan için İran İsrail'den daha önemli

Uzman Marcus Schneider, Suudi Arabistan'ın yeni tutumunun arka planında İran ile Batı arasındaki nükleer müzakerelerin başarısızlığa uğramasının olabileceğine dikkat çekiyor. Schneider, "İran'a karşı İsrail-Amerikan saldırısı olması halinde, Körfez büyük olasılıkla İran'ın misilleme saldırılarının ilk hedefi olacaktır. Suudi petrol alt yapısına dönük geçmişteki saldırılar da bunun bir işareti olacaktır" diyor.

Sebastian Sons ise Suudi-Arabistan'ın İsrail ile ilişkilerini resmi olarak normalleştirmekten önemli bir menfaat elde edemeyeceğini ifade ediyor. Resmi ilişkilerin dışında Riyad İsrail ile ilişkilerinde dengeli bir tutum benimsemeye çalışıyor. Sons, "Ancak şu anda Suudi Arabistan İran'la ilişkilerinde yeni bir gerginliğin meydana gelmesini önlenmek istiyor" şeklinde konuşuyor.

İki ülke arasındaki anlaşma sayesinde muhtemelen çatışmaların yatıştırılması veya askeri çatışmaların oluşmasını önlemek mümkün olacak. Ancak bölgedeki insan hakları durumu için bu yakınlaşmadan pek de iyi şeyler beklememek gerekiyor. Aylardır ülkedeki protestoları kanlı bir şekilde bastıran İran yönetimi korkunç bir insan hakları bilançosu ortaya koyuyor. Suud-Arabistan ise düzenli biçimde insan haklarını ihlal ediyor. Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın 2018 yılında İstanbul'da öldürülmesi dünya genelinde büyük bir tepkiye yol açmıştı.

Sadece İran değil, Suudi Arabistan da Çin gibi insan hakları ihlalleriyle uluslararası arenada gündeme gelen bir ülkeyi arabulucu olarak kabul etti. Körfez ülkeleri uzmanı Sebastian Sons, yakınlaşmanın ilerlemesi halinde insan hakları sorunlarının daha da arka plana itileceğini tahmin ediyor.