1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

İpekçi suikastının 42. yılı: Karanlık hala aydınlatılamadı

1 Şubat 2021

Gazeteci Abdi İpekçi öldürüleli tam 42 yıl oldu. Suiskastın ardındaki karanlık güçler ise hala ortaya çıkartılamadı. Avukat Kazan "İpekçi cinayeti Türkiye’deki cezasızlık uygulamalarının en tipik örneği" diyor.

https://p.dw.com/p/3of9O
Fotoğraf: Rainer Hackenberg/picture alliance

Milliyet gazetesinin 25 yıl genel yayın yönetmenliğini yapan Gazeteci Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979’da evine giderken silahların hedefi oldu. Suikastın ardından tetiği çeken isim olarak kimliği belirlenen Mehmet Ali Ağca, 11 Temmuz 1979’da yakalandı. Hakkında açılan davada 11 Ekim 1979'da yargılanmaya başlanan Ağca, 23 Kasım 1979’da cezaevinden kaçırıldı.

Gazeteci Abdi İpekçi
Gazeteci Abdi İpekçiFotoğraf: dpa/picture-alliance

Gıyabında devam eden yargılamada 28 Nisan 1980’de idama mahkum edilen Ağca, 13 Mayıs 1981'de Vatikan Meydanı'nda Papa 2. Jean Paul'e suikast girişimde bulunması nedeniyle İtalya'da tutuklandı. Bu ülkede 19 yıl hükümlü kaldıktan sonra 3 Haziran 2000’de Türkiye’ye iade edildi. 

DW Türkçe’ye konuşan İpekçi ailesinin avukatı Turgut Kazan, "Türkiye’de ne yazık ki bu türden suikast ve cinayetlerle ilgili soruşturmalarda, genellikle görünürde yürütülen ve aslında birtakım bilinmesi gerekenlerin gizlendiği bir süreç yaşanıyor. Hemen hemen benzer her olayda olduğu gibi İpekçi suikastında da aynısı yaşandı" diyor.

2010'da tahliye edildi

Ağca'nın, Abdi İpekçi cinayetinden aldığı idam cezası, 1991'de çıkarılan Şartla Salıverme Yasası'na göre 10 yıl hapis cezasına çevrildi. İki gasp suçundan çarptırıldığı 36 yıllık ağır hapis cezası da, 1999 yılında affa uğrayarak 7 yıl 2 aya dönüştü. Ağca, 2010 yılında ‘erken tahliye’ tartışmalarına neden olacak bir şekilde cezaevinden çıktı.

Mehmet Ali Ağca cezaevinden kaçırılmıştı
Mehmet Ali Ağca cezaevinden kaçırılmıştıFotoğraf: Adem Altan/AFP/Getty Images

İpekçi cinayetinin gerçek azmettiricilerinin ise Mehmet Şener, Oral Çelik, Yalçın Özbey ve Yavuz Çaylan olduğu iddia edildi. Mehmet Şener’in hakkındaki gıyabi tutuklama kararı 1999’da zaman aşımına uğradı. İpekçi cinayetinin yönlendiricisi olduğu iddia edilen Oral Çelik sadece 3 ay cezaevinde kalırken, Yalçın Özbey Türkiye’de hiç yargılanmadı. Yavuz Çaylan ise 'suçluyu bildirmemek'ten çarptırıldığı üç yıllık hapis cezası infaz edildikten sonra tahliye oldu.

Devlet nasıl rol aldı?

Avukat Turgut Kazan, Çelik ve Özbey ile ilgili yaşanan gelişmelerin cezasızlık politikalarının iki örneği olduğunu ifade ediyor. Çelik’in uyuşturucu kaçakçılığından yurt dışında cezaevinde yattıktan sonra Türkiye’ye iade edildiğini ve uçaktan inerken çekilen fotoğraflarının medyaya yansımasının ardından sürpriz bir tanığın ortaya çıktığını hatırlatan Kazan, "Bu sürpriz tanık, aslında öyle anlaşılıyordu ki daha önce zaten cinayeti gördüğünü önemli bir politikacıya söylemişmiş. O da ‘aman ha sakın ha başını belaya sokarsın, otur oturduğun yerde’ diye uyarmışmış. Ama adam sonradan hep etkisi altında kaldığı için Türkiye’ye yıllar sonra getirilip uçaktan indiğinde demiş ki ortalığa çıkıp bu benim gördüğüm adam odur. Ben valiye sordum, çok ciddi bir tanık dedi, o günkü vali. Ama o tanık ile öyle bir oynandı ki. Doğrudan mahkemeye yönlendirilmesi gerekirken tatbikatlar yapıldı, televizyonlar gösterdi ve adam giderek sonunda öyle bir panikledi, öyle bir korkuya kapıldı ki bir çeşit sonuçta hayır benim gördüğüm adam bu değildi diye bir teşhise zorlandı" diyor.

Kazan’a göre devletin cezasızlık uygulamasında nasıl rol aldığını gösteren asıl olay Yalçın Özbey ile ilgili. Almanya’da uyuşturucudan cezaevinde yatan Özbey’in ısrarla ‘benim çok önemli söyleyeceklerim var, Türk Konsolosluğu’na haber verin’ diyerek cezaevi yönetimine başvurduğunu ifade eden Kazan, cezaevi yönetiminin de bunu konsolosluğa bildirdiğini, sonuç olarak Özbey ile görüşen konsolosluk görevlisinin, Özbey’in çok önemli şeyler söylemek istediğini belirterek durumu Dışişleri Bakanlığı’na bildirdiğini anlatıyor.

Kazan, "Dışişleri Bakanlığı da nereye bildirebilir, adam dosyada sanık, bir dosyası var, Savcılığa bildirmeleri gerekir hiç değilse. Ama Emniyet ve MİT’e bildiriyor. O tarihte Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’dı. MİT ve Emniyet sanıyorum ikişer kişi görevlendiriyor. Ama bir soruşturma dosyası var. Bir Savcılık var. Ona haber verilmeden gidiyorlar. Dört gün ifadesini alıyorlar. Sabahtan akşama kadar. Türkiye’de hiç kimsenin haberi olmuyor" diye konuşuyor.

"28 yıl oldu, babam yok ve hiçbir şey çözülmüyor"

"Türkiye’nin klasiği"

Avukat Kazan, Özbey’in Almanya’da tahliye olduktan sonra bir gazeteciye İpekçi cinayeti ile ilgili ‘bildiklerimin hepsini resmi görevlilere söyledim’ demesinin ardından Meclis’te konuyla ilgili soru önergesi verildiğini, İçişleri Bakanlığı’nın önergeye verdiği yanıtta, Almanya’da konsolosluk, Dışişleri Bakanlığı, MİT ve Emniyet mensuplarının Özbey ile yaptıkları görüşmelerin tutanaklara bağlandığını anlatıyor. Bunun üzerine Özbey’in beyanlarının dosyaya gelmesi için Emniyet ve MİT’e mahkemeden yazı gittiğini söyleyen Kazan, "Cevap geldi iki yerden de ‘içinde önemli bir şey yoktu, beş yıl geçtiği için imha edildi’. Düşünebiliyor musunuz, önemli bir şey söylemeyen bir insanla ta Almanya’ya kadar gidip cezaevinde günlerce neyin ifadesini aldınız? diye soruyor.

Ardından MİT görevlilerinin dinlenmesinin istediğini anlatan Kazan, haberlerin basına yansıması üzerine, buna izin verilmek zorunda olduğunu belirtiyor: "Duruşmaya girdik. MİT görevlileri hiçbir şey hatırlamıyor. Bunların hepsi cezasızlığı sağlamak için örtbas etme girişimi değil midir? Sorduk Abdi İpekçi cinayetinden hiç bahsedildi mi? Hiç öyle bir şeyden bahsedilmedi diyor. Böyle bir süreç yaşadık."

"Cezasızlık uygulaması Türkiye’nin klasiğidir" diyen Kazan, gazeteci Hrant Dinkcinayetiyle ilgili dosyada da yaşananların karanlık bir soruşturma yürütüldüğünü gösterdiğini, gazeteci Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili soruşturmada da da benzer bir süreç yaşandığını vurguluyor.

"Güç odakları siyasi iradeden daha mı büyük?"

DW Türkçe'ye konuşan Milliyet Gazetesi Ombudsmanı, gazeteci yazar Belma Akçura ise bu tarz cinayetlerin çözülmesinin siyasi iradenin isteğine bağlı olduğu görüşünde.

"Düşünün; Abdi İpekçi cinayeti üzerinden 42 yıl, Uğur Mumcu’nun 28 yıl geçti. Hrant Dink’in davası 14 yıldır sürüyor. Ve bunca zaman bu cinayetlerle ilgili sayısız hükümet kuruldu. Sayısız içişleri bakanı, adalet bakanı geldi geçti. Savcıların biri gitti biri geldi. Bir mahkemeden diğerine taşınıp durdular. Mesela Uğur Mumcu davasında eğer yanlış hatırlamıyorsam 11 hükümet, 7 başbakan, 14 içişleri bakanı değişti. Davayı 13 yılda toplam 6 savcı takip etti. Ve onca belgeye, bilgiye, ifadelere rağmen sonuç alamıyorsunuz" değerlendirmesini yapıyor.

Bu nedenle "bir gazetecinin öldürülmesinden bir devletin ya da bir hükümetin ne gibi bir menfaati olabilir" sorusunun gündeme geldiğini ifade eden Akçura, "Eğer böyle bir menfaat söz konusu değilse, o halde neden siyasi irade gösterilemiyor? Bu cinayetlerin çözülmesinin önündeki engeli yaratan güç odakları siyasi iradeden daha mı büyüktür" diye soruyor.

Akçura tam da bu nedenle bugün de insanların düşünmesine, araştırmasına ya da sorgulamasına neden olacak haberlerin altına imza atan gazeteciler için tehlikenin devam ettiğini vurguluyor: "Evet, daha önce gazeteciler öldürülüyordu. Bugün işsiz bırakılarak, cezaevine girerek ya da itibarları ellerinden alınarak öldürülüyorlar. Arada fark var mı? Yok"

Nükhet İpekçi İzet: Topluma bir açıklama gerekiyor

DW Türkçe’ye konuşan Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi İzet bunca yıl sonra ceza beklentisi içinde olmadığını beliriyor. "Hiçbir kin duygusu gütmüyorum ama insana, kurbanın yakınlarına ve topluma bir açıklama gerekiyor. Bunun resmi bir açıklama olması ve tarihe öyle geçmesi gerekiyor" diyor.

Nükhet İpekçi İzet tüm cinayetlerin aydınlatılması için geriye dönük araştırma yapılması gerektiği görüşünde
Nükhet İpekçi İzet tüm cinayetlerin aydınlatılması için geriye dönük araştırma yapılması gerektiği görüşündeFotoğraf: privat

Topluma karşı işlenmiş suçlarda "zaman aşımı" kavramının geçerli olmaması, bu tür cinayetlerin bütün ilişkileri içinde, ortaya çıkarılmasının sürekli olarak talep edilmesi gerektiğini ifade eden İpekçi İzet, "Zaman içinde birçok kişinin katilliği, katil işbirlikçiliğini, katil korumacılığını rahatça sürdürdüğünü biliyoruz. Eğer tek örnek olsa sineye çekilebilirdi ama çok fazla sayıda cinayet dosyası aynı durumda" diyor.

İpekçi'nin kızı, bu nedenle geriye dönük yepyeni bir araştırmaya girişilmesi, bütün bu cinayetlerin faillerinin karartılması bakımından ortak noktalarının gözler önüne serilmesi gerektiği görüşünde. 

"İnsan artık kırk yılı aşınca ve bu kadar ihtiyar olunca, biz neler gördük geçirdik havasına girebiliyor. O yüzden ben, hemen devlet hükümet muhalefet suçlamasına giremiyorum. Madımak’taki korkunç ateşlerle de karların içinde buz tutmuş helikopter parçalarıyla da bütünleşiyorum. Bu kadar çok açıklanmamış toplum suçunun, bir gün, gereğince araştırılıp, bir arkeolog titizliğiyle yer altından gün ışığına çıkarılacağına inanmak istiyorum" diye konuşuyor.

Olcayto'ya göre İpekçi evrensel gazetecilik ilkelerine bağlı bir gazeteciydi
Olcayto'ya göre İpekçi evrensel gazetecilik ilkelerine bağlı bir gazeteciydiFotoğraf: DW/B.D. Narli

"Abdi Bey’e minnet borçluyuz"

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto ise sadece tetikçisi belli olan ama arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılamadığı faili meçhul pek çok cinayet gibi İpekçi’nin dosyasının da tozlu raflarda beklediğini vurguluyor. DW Türkçe’ye konuşan Olcayto, Abdi İpekçi'nin, evrensel meslek ilkelerinden ödün vermeyen kişiliğiyle genel yayın yönetmenliğini üstlendiği Milliyet Gazetesi’ni döneminin çağdaş gazetelerinden biri haline getirdiğini hatırlatıyor.

İpekçi'nin dürüst habercilik yapan, yalan haberlere, iftiralara yer vermeyen, atlama pahasına da olsa doğrulatılamayan hiçbir haberi kullanmayan, siyasi partilere eşit uzaklıkta durmayı beceren bir genel yayın yönetmeni olduğunu belirten Olcayto,  "Abdi İpekçi’ye hiç değilse bir dönem bize "Gazetecilik İşte Böyle Yapılır" dedirttiği için de minnet borçluyuz" diyor.

 

Pelin Ünker

©Deutsche Welle Türkçe